KEMAL ÖĞRETMEN…

KEMAL ÖĞRETMEN…

Yıl 1987 İlkokul üçe gidiyorum. O dönemlerde birler bir sınıfta, ikiler üçler bir sınıfta, dörtler beşler bir sınıfta eğitim görüyorduk. Köyümüzün de bizlerin de makûs talihi olan yokluk içinde okumaya eğitim görmeye çalışıyorduk. Kitabımız olursa defterimiz olmaz, defterimiz olursa kalemimiz olmazdı. Kırk yamalıklı kara önlüklerimiz aslında durumumuzu net bir şekilde gösteriyordu. Zengin olan aile çocuklarının durumu da bizden farklı değildi. Bizde kırk yamalıydık onlarda.

Okulun ilk günleri köyümüze Kemal adında bir öğretmen tayin edilmişti. Emekliliğine bir yıl kalmıştı ama bizim köye gönderilmişti yâda zoraki bir sürgün de olabilirdi. Kemal öğretmenimiz ilk günü tanışma faslı ile geçirdi. Akşama kadar 45 50 öğrenci ile tek tek tanıştı babalarımızın mesleğini soruyordu. Çoğumuzun verdiği cevap çifti, inşaat işçisi gibiydi benim cevabım ise benim babam bekçi dedim. “Kemal hoca ne bekçisi diye sordu bende kır bekçisi dedim oda ne demek diyerek, bana Milli Şairimizin adını taşıdığımı kıymetini bilmemi gerektiğini söyledi”… Aslında adımın nereden geldiğini anlamı neydi onu bile bilmiyordum. İstiklal Marşının Yazarı M.Akif Ersoy’un adını taşıyor olabilir miydim? Sanmıyorum…

Tanışma faslından sonra Kemal hocamız bizlere İstiklal Marşının tamamını bilen var mı diye sordu koca sınıftan hiç ses çıkmayınca birden mizacını sertleştirerek çocuklar Çarşamba gününe kadar size mühlet veriyorum. İstiklal Marşının 10 kıtasını da ezberleyerek gelin hepinize de tek tek okutacağım okuyamayanların kafasını kırarım diyordu. Bizler Kemal hocayı diğer hocalarımız gibi sanmıştık. Çarşamba günü gelmiş. Kemal hoca bizi tek tek tahtaya kaldırıyor marşı okumamızı istiyordu. Herkes iki kıtayı güzel okuyor ama üçüncü kıtaya gelince herkes takılıyordu. Hemen hemen elli kişilik sınıftan İstiklal Marşını okuyan kimse çıkmamıştı. Hocamız bizi yazı tahtasının önünden başlayarak diziyordu. Okul numarası 165 olan ben en son okudum marşı benimde diğerlerinden farkım yoktu. 

En son öğrenci olduğum içim bana adından da mı utanmıyorsun diyerek okkalı bir tokat atarak sıranın en sonuna gönderdi. Kız erkek demeden tek tek bizi sıra dayağından geçirdi. Acımasızca dövüyordu. Koca sınıf ağlama seslerinden inliyordu. Gözyaşları sel gibi akıyordu. Dayak faslı bittikten sonra bizleri sıralarımıza gönderdi ve Cuma gününe kadar mühlet vererek on kıtanın hepsini eksiksiz ezberlememizi isteyerek okula gelmemizi istedi.

Cuma günü gelip çatmıştı. Kemal hoca içeri girer girmez hazır mısınız çocuklar ezber tamam mı diyerek sordu? Bizlerde hep bir ağızdan tamam hocam diyerek bağırdık. Yine herkesi sırasıyla tahtaya kaldırıyor okuyanları yerine oturtuyordu. Korkudan olacak ki koca sınıfta herkes istiklal marşının on kıtasını ezberlemiş şakır şakır okuyordu kekeleme bile yoktu. Hepimizi dinledikten sonra aferin çocuklar diyerek pazartesi gününe kadar Atatürk’ün gençliğe hitabesini ezberlememizi istiyordu. Pazartesi günü gençliğe hitabeyi de eksiksiz okuduk ve dayak yemekten kurtulduk.

Kemal hoca Atatürk ve Akif hayranı biri olduğunu her fırsatta dile getiriyordu. Bu iki değeri okumamızı iyi öğrenmemizi gerektiğini söyleyerek bize Atatürk ve Akif hakkında kompozisyon yazmamızı istemişti. Atatürk’ün kim olduğunu biliyorduk ama M.Akif Ersoy’un İstiklal Marşını yazan şair dışında bilgimiz yoktu.

Hocamız aslında idealist biriydi ve bizlerin okuyarak bir yerlere gelmesi istiyordu.  İki elin parmaklarını geçmeyen başarılı öğrencilerin velilerini toplayarak çocuklarınızı okutun ben elimden gelen her türlü yardımı yapacağım demesine rağmen yokluk ve yoksulluk yüzünden başta kız çocukları olmak şartıyla birçoğumuz okuyamadık. Koca sınıftan dört kişi okuyup meslek sahibi olmuştu.

Kızlar küçük yaşta evlendirilir erkelerde baba mesleğine ya da inşaat işçiliği ile hayatına devam ederdi. İdealist bir Öğretmenin bir yıl gibi kısa bir sürede bizlere kattığı değeri birçoğumuz unutmadık.

Şimdi eğitim sistemini göz önüne alırsak Kemal Hocamız bizlere çok şey katmış çok…

YORUM EKLE