ZEYNEP İLE HAMDİ
(Nida Tüfekçi’nin anne ve babası)
Bahar Akdağmadeni’ni yeşilin farklı tonlarına boyamış, üzerine rengarenk çiçeklerle bezemişti. Pırıl pırıl parlayan güneşin altında toprakta mutluluk fışkırıyordu. Bu muhteşem güzellikten nasibini almak için ağır kış mevsiminin ardından kendisini dışarıya atan çocuklar olsun büyükler olsun hepsinin yüzlerinde mutluluk ve gülümse hakimdi. Çocuklar çimler arasında koşup oynuyor, yatıp yuvarlanarak şen kahkahalar atıyorlardı. İnsanın nefesini açan, kanını coşturan, mutluluktan kanatlanıp uçacak hale getiren çiçek ve toprak kokusu doyumsuz bir haz veriyordu insana. İki köpek yavrusu yeşil çimler üzerinde birbirlerini yakalamaya çalışıyor, yakaladıktan sonra sarmaş dolaş oynaşıyorlardı. Bazen küçük hırıltılar çıkarıyorlar, bazen geriye çekilip havlıyorlardı. Hıdırellez deresi coşmuş pırıl pırıl suları akarken, güneşin ışıklarını yansıtıyordu. Sanki dereden su değil yıldızlardı akan. Derenin iki yanında sıralanmış söğüt ağaçları arasında sinsice dolaşan sarı tilkiyi, söğüt ağaçlarını mesken tutan kuş seslerinden zaman zaman tedirgin oluyordu. Sağını solunu dikkatlice izledikten sonra, kafasını tekrar düşürerek yeniden arayışını sürdürmeye başlıyordu.
Hamaloğlu Mahallesi’n de, Hıdırellez deresinin iki yüz metre kadar yukarısında Yusuf Ziya İlkokulu yer alıyordu. Bu oku;l etrafı duvarla çevrili bir bahçe içerisinde, alt katı taş duvar, üst katı iskidostan yapılma iki katlı bir binadır. Cumhuriyetin ilanından önce de sübyan mektebi olarak kullanılmıştı. Bahçesinde çeşitli meyve ağaçları olduğu gibi bir de havuzu vardı. Bu havuzun başında, narin yapılı gencecik bir kız geziniyordu. Adı Zeynep. Zeynep’ in hafif dalgalı saçları savruluyor esen bahar yelinin önünde. Okşuyor incitmeden yanaklarını. Bazen sıkışıp kalıyor dudakları arasında. İncecik, narin elleriyle kurtarıyor saçlarını dudaklarından. Başını kaldırıp yukarı, sağa sola sallayarak atıyor saçlarını geriye. Zeynep karamsar, çaresiz, umutsuzca ve dalgın bakıyor. Baktığı yeri değil, kafasını meşgul eden şeyi görüyordu sadece.
Zeynep henüz on yedisinde,
Zeynep edalı,
Zeynep çaresiz,
Zeynep sevdalı.
Zeynep ne kadar dolaştığının farkında bile değildi. Yorulduğunu hissetti ve havuzun kıyısına oturup ayaklarını suya daldırdı. Uzun bir süre ayağının suda oluşturduğu dalgaları seyretti.
Bahar rüzgarı esmeye devam ediyordu. Rüzgar, uzaklardan muazzam bir türküyü kulaklara, gönüllere dolduruyor, mutluluk kaynağı gibi çağlayıp coşuyordu. Bu coşkuyu, coşkunun getirdiği mutluluğun en büyüğünü yaşayan şüphesiz Zeynep’ten başkası değildi. Çünkü; bu güzel türkünün kaynağı, söğüt ağacının altında oturmuş ve sırtını yaslamış, sazını kucağına almış genç bir delikanlıydı. Bu delikanlı Zeynep’in hayat pınarı idi, tutunduğu daldı, karasevdalısı idi. Bu Hamdi’den başkası değildi.
Hamdi yağız bir delikanlı,
Hamdi kararlı,
Hamdi kara sevdalı.
Hamdi, sevdalısı dalgın suları seyrederken, gelip oturmuştu oraya. Sazını kucağına yerleştirip, kendisine ait olan ve Yozgat tezenesi olarak bilinen teknikle dokunup sazın teline gönül köprüsünü kurup ulaşmıştı sevgilisinin yüreğine. Her buluşmada olduğu gibi bugün de sevdalısına sevda türküleri söylüyordu.
Havuzun başında yedik çerezi
Handa kaldı ahbapların birezi.
Bize miymiş mustantıkın garezi
Ne yandasın sürmeli gelin ne yanda
Ellerim saz çalar ağzım gerdanda
Havuzun başında yedik hurmayı
Kılavuz gönderdik yare turnayı
Kara kaş üstüne siyah sürmeyi
O çeken ellere kurban olay
Hamdi’nin türküsü bitmişti, gülerek başını kaldırıp selamladı Zeynep’ini . Zeynep de gövdesini eline siper ederek salladı mendilini. Bu defa yüzünde tebessüm ve mutluluk vardı. Gözlerine can gelmişti. Yanakları al al olmuş, yüreği yerinden çıkacakmış gibi tepinip duruyordu. Aralarında mesafe olmasına rağmen onlar gözleriyle konuştular, sarıldılar gönülden birbirlerine. Beyaz buluttan yapılmış bir arabaya binip çıktılar gökyüzüne. Kötülüklerden, kinden, nefretten uzak sevgi dolu başka bir dünyaya uçup gittiler.
Hamdi ile Zeynep. İki sevdalı insan. Onların da bir hikayesi vardı. Her hikayede olduğu gibi, onların hikayesinde de bir kara çalı vardı. Bu karaçalı; Zeynep’in anne ve babasını kaybetmesinden sonra yanlarına sığındığı kişiydi. Akdağmadeni’nde mustantık (sorgu hakimi) olarak görev yapıyordu. İkisi arasındaki gönül bağını öğrendiği zaman, büyük bir hiddete kapılmış, bu birlikteliğe asla müsaade etmeyeceğini kesin bir dille belirtmişti. Ama ne var ki, bir söz vardır “Gönül ferman dinlemez” derler ya, dinlemedi de.İki gönül bir olup kararlarını verdiler. Atlayıp karaçalının üzerinden, gönüllerinin götürdüğü yere uçup gittiler.
Mustantık bu haberi duyunca deliye dönmüştü. Her tarafa talimatlar yağdırıyor, kaçakların derhal yakalanmasını emrediyordu. Burun delikleri kabarmış, kızgın bir boğa gibi adeta alev saçıyordu. Kimse ne yanına yaklaşabiliyor ne de bir şey sorabiliyordu.
Aramalar hiçbir sonuç vermedi. Aradan bir hafta kadar bir zaman geçmişti ki Hamdi ile Zeynep Jandarmaya teslim oldular. Tabii mustantık anında Hamdi’yi tutuklayıp hapishaneye gönderdi. Ne var ki iş işten geçmişti. İki sevdalı gönül verdikleri sözü yerine getirerek, ömür boyu birlikteliğe ilk adımlarını atıp gereğini yerine getirmişlerdi.
Hamdi bir süre yattıktan sonra mahkum hayatı bitmişti. Yeni bir hayat onları bekliyordu. Artık kendi evleri, kendi yuvaları vardı. Sıkıntılar zorluklar, huzursuzluklar ve hasret sona ermişti. Sevginin, huzurun, mutluluğun doldurduğu küçük evlerinde hayatlarının en doyumsuz günlerini yaşamaya başlamıştı iki sevdalı gönül. Bu mutluluk bir süre sonra meyvelerini vermeye başlamıştı. Bir erkek çocukları oldu ve ismini “Nida” koydular. Peşinden; “Ayyüksel, Aysel, Gökçe, Günsen” adında dört çocukları daha oldu. Böyle bir aşkın, sevdanın meyvesi de farklı olmalıydı ve öyle de oldu. Nida; babasının sazını, sözünü miras aldı. Türk Halk Müziğinin en büyük üstadlarından biri oldu. Babasından öğrendiği ve ‘’Babama yetişemeseydim bu teknik kaybolup gidecek ti’’ dediği Yozgat tezenesi olarak bilinen saz çalma tekniğini daha da geliştirerek Türk müziğine kazandırdı. Eşi Neriman TÜFEKÇİ ile birlikte birçok çalışmalara imza atarak, adını Türk müziği tarihine NİDA TÜFEKÇİ olarak yazdırdı. Ayrıca kız kardeşi Aysel SEZER hanımefendinin de TRT repertuarında otuz üç derlemesi mevcuttur.
Acılarla, sıkıntılarla dolu günlerin arasında böylesine güzel gönüllerin, sevdaların ortaya çıkması, mutlu sona ulaşması, böylesine değerli sanatçıların yetişmesi ne kadar güzel. Teşekkürler sizlere güzel insanlar.
Hamdi Tüfekçinin hayatı ile ilgili bilgileri, yukarıda yer alan türkünün sözlerini bana aktaran, sevgili ablam Aysel SEZER hanımefendiye sonsuz teşekkürlerimi sunar ellerinden öperim.
Kardeşim kalemine sağlık, Aysel ablamıza da saygı ve selamlarımızı iletirsen memnun olurum. benim bildiğim kadarıyla Nida Tüfekçinin ailesi Selanik göçmeni, (mübadele ile gelmiş olmalılar 1925) Nida Tüfekçi 1929 doğumlu olmalı, annesi de babası da 14 -15 yaşlarında Akdağmadeni'ne gelmiş olmalılar. Benim bilgime göre Akdağmadeni'nin yerlisi değillerdi, yanlış da biliyor olabilirim. Bu konuda beni aydınlatırsan memnun olurum.